Biraz hırçın biraz bıçkın. Sabahları serseri ama geceleri romantizm hastası. İnsanlara hep güler. O, ağlamalarını geceden sabaha bağlar. Fırtınalar kosada içinde, belki belli eder ama anlatamaz kimseciklere. Hep ama hep sevmek ister, sevipte sevdiğiyle mutlu olmayı yeğler. Lakin sonu hep hüsran hep yangın. Ama hiç vazgeçmez. Çünkü bilir; hayat sevdikçe, sevildikçe…
Yalnızdı yine bir kış mevsiminde. Dışarısı soğuk onun içi sıcaktı. Özlüyordu, kalbinin hızlı hızlı çarpmasını özlüyordu. Çok dertliydi, bundan olsa gerek etrafındaki kahkahaları duymuyordu. Ama bir gün, öyle bir buse yakaladı ki karşında, bırak kalbinin hızlı hızlı çarpmasını yerinden fırlayacaktı sanki. Evet, âşık olmuştu. Tekrar hayata kavuşmuştu. Onu bulmuştu ve çok mutlu olmuştu. Artık her gündüz onu görebilmek, her gece hayallerinde onu resmetmek demekti. Ne yapması gerektiğini anladı, daha fazla beklemeye tahammülü yoktu. İlk randevusunu verdi bir bayram sabahı. Bekledi bekledi ve bekledi. Ama beklediği bir türlü gelmedi. Bir anlam veremedi ilk başta. Alışık değildi böyle bekletilmeye. Sonra kendi kendine “kız evi naz evidir” dedi. Katlanmaya karar verdi. Sırf o gülüş ve onun sahibi için. Bu hayatta verdiği ilk tavizdi. Bunun arkasının geleceğini hiç tahmin etmemişti, bilemezdi ki olamazları.
Aradan birkaç gün geçti. En sevdiği çiçeği (kırmızı gül) aldı ve en sevdiği şiirlerden birini yazarak gitti gülen kızın yanına. İkisini de verip bekledi. Konuşmadı çünkü biliyordu, böyle durumlarda konuşmaya çalışsa kelimeler bir bir boğazına düğümleniyordu. Sözlü bir cevap alamadı ama o gülüş her sözlü cevaba bedeldi. Ve bu gülüş son gülüşüydü artık gülen kızın. O gülüşler yerini tebessüme bırakacaktı.
Birkaç ay böyle geçti. O öyle bir sarhoştu ki gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Büyü bozulmasın diye bazı şeyleri görmezden geliyordu. Bu da hayatta verdiği ikinci taviz oldu ama istemeden, bilmezdi ki gülen kız buna alışacak. Bir an sevmenin karşılıklı taviz vermek olduğunu düşündü. Yine bilemezdi ki tavizleri tek kendisi veriyordu.
Acısı bol, şekeri az günler onları bekliyordu. Gülen kızında aslında derdi çoktu, nitekim anlatmıyordu. Ne arkadaşlarına ne de sevdiğine. Gülen kız artık gülen kız değildi. O artık dertleri ve meseleleri olan kızdı. Bu sebepten dolayı kız artık O’na gülmemeye başladı. Gülüş kaybolunca büyü bozuldu, büyü bozulunca o rüyadan uyandı. Artık görmezden gelemiyor, hemen hemen her şeyi dert ediniyordu kendine. Önceden sevinçli olduğu için geceler kısa geliyordu. Artık dert, keder ve elem sebepti gecelerin uzunluğuna. Birçok kez konuşmaya çalıştı fakat başaramadı. Defalarca son dedi kendine ve herkese. Yapamadı, her seferinde tükürdüğünü yaladı gurursuzca, sevda yolunda her şey mubahtır diye. Buda üçüncü taviz oldu. Bıkmadan usanmadan hayâsızca tavizlere devam etti.
Artık araları limoniydi. Sarı gül gibi ayrılık kokulu günleri yaşıyorlardı. İkisi de inatlaşmıştı ilk defa. Oysa önceden O hiç yapmamıştı bunu. Son kez acı çekmeler bitsin diye konuşmaya karar verdi. Ya devam edecekti bu aşka ya da bitecekti. Çaresi yoktu. İkisi de zarar görüyordu ve O çok üzülüyor, üzüldükçe de kızı üzüyordu. O sevdiğini üzmeyi hiç istemezdi çünkü kıyamazdı ona, dayanamazdı. Sordu” beni seviyor musun” diye kıza, cevabını bildiği halde ama yine de dudaklarından dökülmesini istiyordu o sözlerin “seni seviyorum” demedi diyemedi, ona yakın cümleler düştü gönlünden. Kız kendine göre suçsuzdu, yaptıklarında hata görmediğini söyledi. Haklıydı belki de. O’nun kızdan tek bir isteği vardı. İsteğini de söyledi “tek bir isteğim var gülümse bana tekrar. İşte o zaman her şeyinle razıyım sana.”. sonra O’nun gitme vakti geldi. Gömleğinin arasından bir karanfil çıkarttı ve uzattı kıza, her şeyin en baştan başlaması dileğiyle. Ağır adımlarla gitti.
Keyfi biraz olsun yerine gelmişti. Eğlenmeye gülmeye, güldürmeye başlamıştı. Olacakları bilmeden. Arada bir kızın yanına gidiyor şakadan sataşıyordu. Kızda her zamanki gibi naz yapıyordu. Aradan birkaç saat geçmişti, O kantinde kuşburnu içiyordu. Bu sırada birisi yanına geldi ve elindeki karanfili masasına bıraktı. O karanfil O’nun kıza sabah verdiği karanfildi. Bunun bir tek anlamı vardı “istemiyorum” , sabrın taştığı noktaydı. Belki kız bunu şaka olsun diye yapmıştı. Fakat bunun şakası olmazdı. Çok sinirlenmişti. Kız ise arkadaşlarıyla konuşup gülüyordu bu sırada. Yanına gitti kızın. Sinirli sinirli baktı baktı ve çiçeği parçaladı. Sonra kız arkasına bakamadan merdivenlerden iniyordu. Yetişti kıza ve dudaklarında şu sözler döküldü;
“GÖKTEN İKİ ELMA DÜŞER
BU HİKÂYE DE BURDA BİTER”